Hayatı karıştırmamak lazım. Yeterince karışıkken zaten genç fırtınaların elleri ağızları bağlanmışken, bir saatten sonra yeniden üflememeli tabiatın meleği rüzgârlarını. Yorgun zamanların yorgun ve yaşlı çocuklarıyız biz. Uzun yollarımız oldu. Uzun yalnızlıklarımızı doladık boynumuza. Kışları eldivensiz geçirdiğimiz ellerimizi ısıtmak için yanımızdaki sevgilinin ellerini tuttuğumuz zamanlarımız vardı. Kızamığın hala popüler olduğu zamanların çocuklarıydık ama geçti. Atlattık. Çiçek aşılarımız oldu kocaman güller gibi kollarımızda açan. Tenlerimiz siyahtı bizim. Kaybettiklerimizin meleziydik. Nedense iyi durmadı aşka saran sarmaşıklar üzerimizde. Vatan nidaları atarlardı büyüklerimiz. Gurur denilen bir şey vardı. Dönüp giderken geriye dönüp bakmamak vardı. İçinde biriken acıları içinde saklamak en iyi hasletti. İyi kötü bir yol tutturmaktı esas. Gizlice dinlediğimiz aleni isyankâr şarkılar çalınırdı kulaklarımıza. Yollar yürümekle bitmez derlerdi. Daha da kızardık daha da susardık. Acılarımıza bile gülebilen bir nesildik. Olmaz olasıca bir nesildik. Apolitik dedi kimi yeni yetmeler. Yaşadıklarımızı biliyorlardı. Onlar kadar özgür olabilseydik ve onlar kadar serbest bırakılsaydık ilk sivil ihtilali kendimizde yapardık. Unuttukları tek şey her şeye rağmen bu kadar dayanıklı olmasaydık bugün bu kadar imkânlarının olamayacağıydı. Yeterince değerlendiremedikleri ortada yinede.
Hayat bu kadar zor değildi hep bildim bunu. Bu hale getiren bizden başkası değildi. Berbat etmeyi istedikten sonra berbat olabilmesi çok kolaydı. Üzerine gitmek gerekmedi hiç. Sadece durarak bile yaşayabiliyorken insan, ille de deşelenmek istiyor nefsi. Sona giden bir yolun başından beri biliyorsun ki bu bir yol. İster yürü ister seyret. O son seni mutlaka bulacak bir gün bir şehrin ara sokaklarında. Üzerinde ister güneş parlasın ister ayın şavkı vursun gözlerine. Yakamozları görecek gözünün olmaması bir yana gönlün olmadıktan sonra sandal sefalarına ne lüzum o saatten sonra.
Bu gün bir kâbus olmalı diyorum yalnızca. Sanki bir anda eskiyecek genç bedenime sıkışmış yaşlı ruhum. Saçlarıma bir anda zemheri vuracak ve bir anda güneş kavuracak yüzümdeki topraklarımı. Feri sönecek ışıldayan gözlerimin. Yollar… Ne çok ayrılıklar ne çok sapaklar ne çok tali yollar doğurdu öyle.
Bir kızım olsun istemiştim hep sözüm vardı kendime. Oğlumdan sonra olsun diye duam vardı. Ece koyacaktım ismini güya. Ömrüm koymalıymışım belki de. Hani şu insanların resmiyetlerine indirilen en güzel darbe de bu olurdu belki de. Hep söylediğim gibi ismiyle hitap edemeyişime en güzel tepkim olurdu. Seslenen her kesin ömrü olurdu böylece. Sevgiyi zorla duymanın en güzel yolu olurdu. Söylemeye çekinen korkakların işlerini kolaylaştırmış olurdum böylece. Seni seviyorum diyemeyip herkese ayrılığı kefen edip yaşarken üzerlerine giydirenlere iyi bir ses iyi bir sesleniş olurdu bu isim.
Hâsılı tükenmesi gereken bir kap çorba gibiydi hayat. Tamda hastalandığında kaynatılıverilen. Ne bileyim işte öyle bir şeydi sırrı falan yoktu. Tercihlerin vardı. İhtimallerin… Öylece kurulan düzenler vardı. Her birinde figürandın sadece. Ne olursan ol değişmeyen rollerini giyerdin üzerine. Bir tek kendi hayatının kahramanıydın. Kahramanlığını senden başka kimse bilmiyordu. Tüm kâinat senin için yaratılmıştı. Ama sen bir şey istememenin suçlusuydun. Beklentisizliklerin hayatı ummadığın bir şekilde sermiyordu işte önüne. Söylemek gerekiyordu ille de. Söylemediklerini başkalarının hayrına sustuğunda ne ona ne de sana bir hayır getirmiyordu. İstenmeyen yemeğin hasta etmesi gibiydi. Israr gerekiyordu. İstediğini söylemeliydin. Söyleyip kötü bir şey duyma kaygılarının önüne geçmeliydin. “Ne olursa olsun”u göze alabilmeliydik. Korkak değildik ama fazlaca merhametliydik. Merhametimizin ceremesini çektik denizlerden. Çok ürün verdi bize. Onları çekerken yorulduk ya zaten. Ellerimizin kollarımızın bu kadar kuvvetli olmasına sebep buydu ya belki de. Belki de bundan dı vakit bulup da kendimize ağlayamayışımız. Gözlerimizi bizden başka silecek kimsemiz yoktu zira.
Mahvımıza sebep yine de bizdik yani. Sorumlusu diye başkalarının üzerine suç atamadık bu sebeple. Kendi kendimizi mahvetmeye muktedir ince bir zekâmız ve korkutucu bir gücümüz vardı. Çok başarılı olduk hayatta. Hiçbir şeyi doğru düzgün başaramamak en büyük başarımızdı. Kalemleri açıp duruşumuz, kâğıtları hezeyanlarımıza bulayışımız bundandı. Yol çok uzun geldi bize. Belki bu genelleme bile çok fazla olur bu dakikada.
Evet… Yol çok uzun geldi bana. Kırıklarımı çıkıklarımı, kuyruğu kopan uçurtmalarımı ve yağmura gebe bulutlarımı topluyorum şimdi. Yanan kanatlarım, tükenen zamanlarımı alıyorum yanıma. Sustuğum o şehre gidiyorum için için. Madem yollarımın önünde dağlar duruyor ve madem ben gidemiyorum sustuğum o şehre o halde şehr-i huzur doldursun içimi.
Yalnızlığım en sevdiğim sevgilim. Sus ve yanımdan sakın ayrılma. Üşüdükçe üşüsem de ısıtma vazgeçtim. Vazgeçtim gönlümden.
24 Aralık 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder