30 Ocak 2008 Çarşamba

BAHÇE KATI

Bir apartmanın
Bahçe katında oturmanın
Bir dolu faydası vardır Selami
Mesela…
Öteberi satanlar
Bir kat aşağıya inmezler
Öyle bir kanı vardır yerleşik
Apartman görevlileri oturur
Alt katlarda

Senden sormazlar gece vakti
Sıhhiyeci Mehmet Efendi’yi
Düzayak değildir kapın
İki numarada oturan
Zahide teyze tarif eder
İnsaniyet namına

Tamam, ilk basılan zil seninkidir
Derli toplu durmak icap eder
“neme lazım”…
Basılmak fikren bile
Rahatsız bir durum
Gece hayatın olmayacak mesela
Yahut masa lambası ışığında
Çıkaracaksın ihtilali mısralarında
Perdelerin örtük olacak sıkı sıkıya
“Bahçe katı, görmezler” demeyeceksin
Meraklısı var bahçelerin
Üşenmeyip gelirler
Karanlıkta pencerene
Seyrederler şiir yazarken
Nasıl canından bezdiğini…

İlham denilen şahsiyet
Gelir gelmez bahçeden başlar
Önce uyuyanları, uyanıkları
Sonra şiire hasta, erken bunamışları
Tespit eder mevsimsiz, vakitsiz
Uğranılacak ilk kişi olduğunu bileceksin
Oturduğun bahçe katında

Karıncalar her bahar
Küçük mutfağına dadanacak nasılsa
Kediler pencerenin birinden girip
Diğerinden
Mutfaktaki yemeğin sonunu yalayıp
Kaçacaklar kovalamasan da

Kabul bahçe katı olunca
Göz yumacaksın kediye köpeğe
Ama ya serçeler
Şehrin orta yerinde
Her sabah müstakil bir kulübe gibi
Pencerelerinde öpüşecekler

Sana gelmeyenler senin zilini çalacak
Bu bile külfet iyi bilirim
Aman be canım
Gelen gidenin yoksa da
Kapımı çalanım var diye sevin
Boşverr… Kime gelmişse gelmiş
Say sabahtan akşama
Dört numaranın torununu karşıla
Yedi numaradaki Ruşen amcayı
Uğurla perdenin arkasında
Ya da bahçene dön yüzünü
Dallara yük olan
Sevinçli serçeleri okşa…

Bir apartmanın
Bahçe katında oturmanın
Bir dolu faydası var Selami…

BOĞAZA NAZIR ŞİİR

Tadı tuzu senmişsin bu şehrin
Kıyına tutunmuş Dolmabahçe
Yakınına saplanmış galata
Tramvaylar tırmalamış sokaklarını
Vaveylalara karışmış gidenin saltanatı
Bir varmışsın bir yok olmuşsun
Gelenin burnundan gidenin bağrından
Geliyormuş varlığına delil soğuk suların

Tadı tuzu senmişsin bu şehrin
Yıldız düşmüş kıyına saray olmuş
Paşalar karşısında yalı olup oturmuş
Köhnemiş adetlerin, zenginin zengin
Fakirin sokak aralarında çenesi yorulmuş
Olsa da hoş olmasa da hoş gelmemiş
Varlığınla şenlenmiş âşıkların
Kıyılarla öpüşüyormuş küçük dalgaların

Tadı tuzu senmişsin bu şehrin
Yazına yazanın kışına küsenin
İlle de eli ayağı üşümekten düşenin
Çok olurmuş…

Tadı tuzu senmişsin bu şehrin
Kadıköy’ünde hesabım dürülse
Üsküdar’da dara düşsem de
Bebek’te sevgilimin gözlerinde
Yine seni bulurum martıların seslerinde

Tadı tuzu senmişsin bu şehrin…
Gelsem de, gelmesem de…
İSTİKLAL CADDESİ

İstiklalin orta yerinde meyhane
Yanından geçiyor güzel kadınlar
Çapkın delikanlılar göz süzüyor
Bitmiyor gece bitmiyor eğlence
Martılar buralara gelmiyor
Güvercinler kaçkın
Bayrampaşa’nın soğuk duvarlarında
Boğaza takılmış özgürlükleri

İstiklalin orta yerinde meyhane
Ya minicik olmuş etekleri
Ya delikanlıca kıvırmışlar yukarıya
İlle de gecenin kör soğuğunda
Üşüseler bile üşümemeye yeminli
Sarınmışlar günahın ateşine sıkıca
Martılar bu caddeye uğramıyor
Güvercinler mi
Onlar Bayrampaşa da…

İstiklalin orta yerinde meyhane
Vur patlasın çal oynasın bir gece
Gırnata eski moda şimdi saksafon
Uzak bir kaldırım kenarında
Laz uşağı titretiyor kemençenin telini
Kürt’ü Çerkez’i karışıyor gecenin karasında
Siyaset bir saatten sonra bu sokakta
Para etmiyor kimse dinlemiyor
Martı kanatlı yaşlı şairler görünmüyor
Güvercinler hürriyet diye söylenmiyor
Zeytin dalını asıyorlar Bayrampaşa’da…

İstiklalin orta yeri meyhane…

29 Ocak 2008 Salı

DELİ

Ne zaman titrese
Bir tamburun en ince teli
Titrerim poyrazda kalan
Genç bir kuş gibi
Şu eskiyen Boğaz
Suyuna gömecek gibi
Dalga geçip gelir üzerime
Saklanırım
İskelenin yolunu gösteren
Babam kadar sağlam babaya

Vuran her dalga kalbim olur
Poyrazında yaşarım hayatı
Hatayı güneşe mühürlerim
Kararan gözlerimde
Yumarım kızıl ışığına gözlerimi

Deli bellerler beni
Deliliğin çeşitleri var
Neyim hala bilemem
Deli derler
Nasıl düzeltirim
İnsaf edip söylemezler

Ne zaman düşer gibi yapsa
Yaşını başını almış bir martı
Kırlangıçların kuyruklarına bağladığım
Görünmez ipleri çekerim
Uçarlar özendirmeye
Suların üzerinde
Dalgaları eğlendirirler

Deli bellerler ismimi
Bilmezler ne iyi şeydir
Şizofreni
Ve ne çok yakışır
Aklı olup da anlatamayan adama
Deli deyip geçerler
Önümden geçerken saygıyla
Dip kenar yürürler…

Bir vapur düdüğüne asarım
Sevmeyi öğrendiğim
O genç zamanlarda ki
Emel’in gülen sesini
Onda unutmuşumdur belki
Kalan az buçuk fikrimi

Olsun be
Meraklısı çok şu denizin
Tuzundan habersiz
Yanında olmanın derdiyle
Para verip gelmiyorlar mı bu şehre
Asıl deli kim söyleyin
Oldubitti kıyısında
Poyrazına bile razı bekliyorum
Bana vurmayan aşkı
Meraklısının saçlarındaki
Rüzgârına saplıyorum…

28 Ocak 2008 Pazartesi

İŞGÜZARLIK BENİMKİ

İşgüzarlık benimkisi…
Sen say ki,
Adam akıllı bulmuşum kafayı
Tüttürmüşüm denize karşı
O tek cigarayı
Unutmuşum…
Neyim varsa, emanetçi Memed’de
Anahtarı denize savurmuşum

İşgüzarlık benimkisi…
Oldum olası adam ol dedi birileri
Ben de istedim ne yalan söyleyim
Kolalı gömlekli memur olup
Evimde rahatça ölmeyi
Ama…
Şu martılar yok mu
Ya şu sığırcık kuşları
Öyle uçarıydılar ki
Çeldiler fikrimi en ince yerinden
O gün bugündür
Boğazın bu yakasında
Şu gördüğün banklarda
Kimsesiz ama onurlu
Gazeteye sarılı ucuz bir şarapla
O dırdır etmeden, ben ekmek getirmeden
Geçinip gidiyoruz işte
Say ki adammışım
Söylenmemiş bir aşkı
Dilime dolamışım…

İşgüzarlık benimkisi…
Beni buralarda boyacı diye bilirler
Ben hep, yaşar gibi boyarmışım…

Geçenlerde süslü Nebahat abla
Burun kıvırdı geçerken bana
Önce burkuldum
Sonra hicranlı bir hırsla
Hayata küfür savurdum
Süslü Nebahat işte, kusur sayılmaz
Gözü vardı gençliğimde
Bozuluyordur belki de
Abla dediğime
Gülme öyle bıyık altı hemen
Biz de genç olduk oğlum
Bizimde bıyıklarımızın terlediği yıllar
Briyantinli saçlarımızın olduğu zamanlar
Yok muydu sanıyorsun
Aldanıyorsun…

Bu banka doğurmadı ya anam beni
Bu sahil sonradan belledi ismimi
Önceleri martılara ekmek ufalardım
Sonra aşklarımı anlattım
Arkasından terkler kalan acılar
Ve böyle kalakaldığım yalnızlıklar

İkinci karım adam eder sandım
Züleyha… Güzel kadındı
Hayat her zaman baltaydı
Sap olamadım anlayacağın
Bir çöp bile alamadım
Sırtımdaki kaban
Rahmetli Demiryolcu Hasan ağabeyin
Adı gitti dostluğu sırtıma baki kaldı
Gülme dedikse, ağlama be oğlum
Nesine gülelim, nesine kederlenelim
Hayat işte…Boşverr…

İşgüzarlık benimkisi…
Latife için mektup göndersen
Postacılar ayağıma kadar getirirler…
Kime sorsan buralarda
Beni parmakla gösterirler…


(Savaş Dinçel'in okumasını isterdim :( )
ÇEYREK AKIL


Hep deliliğe çeyrek kala
Ama ille de,
Can kenarı bir koltukta
Seyrederken aklı olanları
Saklambaç oynayan tüm yalanlarla
Yüz yüze, göz gözeyim...

Seviyorum söylediklerinizi
Olsun…
Yalan da olsa
Sevdiğinizi söyleyin
Anlarım sahteyi gerçeği
Ama işime geldiğinde
Vakit şafağa erince
Gece güne devrilince
İnceden girerim sohbete
Getiririm konuyu sadede
Öyle icab etmiştir derim
Gözümü kaçırırken gözlerimde
Anlatırım hakikati kendime...

Siz zahmet etmeyin
Deliliğe çeyrek kala bir yerlerde
Tükenmeyecek mi nasılsa
Şu ömür dediğin…

27 Ocak 2008 Pazar

KADINIM

Soyunur uzanır boylu boyunca
Şiltesi incelmiş yatağıma
Ellerinin nasırı benim suçum
Gönlünün pası gözünün yası
Kırılıp dökülen her yanın
Benim tek sebebi

Şiltesi incelen yatağımın
Sabır kokulu gelini
Yaşmağını indirdiğim
Ar’ını har ettiğim
Kara saçlarını bileğime
Gözlerini bahtıma
İlmek edip düğümlediğim
Hoyrat sevdiğim
Ezip bozarak şeklini
Kendime benzettiğim

Benim yaşamama
Hayatını
Mecbur ettiğim
Sahip olmayı maharet
Kazanmayı marifet bildiğim
Kaybetmeye tek sebebim…

O genç zamanlarının
Çiçek dalları kurumuş şimdi
Düşünmeden söylediğim
Tüm acı sözler
Yüreğini kavurmuş
Nasıra vurmuş atan kalbi
Körmüş gözlerim meğer
Görünmez sanmışım sevdiğini
El bağında derdiklerim mi yarmış
Bana yalan hep yaranmış
Heba ettiğim hibem
Nerede eşekliğimin delili
Çocukluğumdaki nakışlı heybem…

Beni gösterin şimdi
Gecenin her kör deliğinden
Zira… Benim...
Kaybetmeye tek sebebim…

26 Ocak 2008 Cumartesi

...DAŞ'IMA...


Yolumdaki .daşım
Hangi yola düşsen çıktığın aynı mevzi
Ölülerin tükettiği her ütopya
Çekildikleri ilmikten belli
İnce uzun boyunluların
Her zamanki akıbeti
Asılmaktır hayata
Adet olmuş bir kere
Cezası başka olmaz
Olsa olsa bir çocuk bakakalır
Geride…
Hangi dava arkanda kalsa çürür
Dedin ya, bitti gitti dünyası
Ne uyabilirsin ona
Ne uydurabilirler sonunu
Asarlar bir sabah ezanıyla
İmam can vermeden başlar okumaya
Kulağında inansan da inanmasan da
Birkaç mukaddes kitap sözü
Unutulur doğru bildiğin kalp gözü
Cezanı bağlarlar darağacına
Çekerler sürüyemediklerine inat
Çekerler hayatını kahpe bir kararla
Bir inat kalır vatan aşkın içinde
Unutulur adın
Yutkunurlar ardından
Susar ille de eşin dostun
Olsa olsa bir çocuk hatırlar
Ezerler…
Yoluna yol bulursa
Tükürür bir gün yüzlerine…

23 Ocak 2008 Çarşamba

CEMAAT YAPILANMALARINA İLİŞKİN


Hanginiz bir aslanın karnını doyurmak için yakaladığı ceylan için vah vah diyebilirsiniz. O ceylanı yakalamayıp güçten düştüğünde çakallara ve sırtlanlara yem olacağını bilerek hayat mücadelesini bırakması ne kadar doğrudur.

Anlattıklarının anlaşılmadığına dair sitemler biriktirenlere bugün sitemim. Kendi anlaşılamamalarının önünde kocaman dağlar gibi duruyor, başkalarını anlamayışları. Her yaşayanın kendince doğruları ve haklı sebepleri var.

Sosyal bir gurup içerisinde kalmak kişilerin aidiyet duygularını tatmin ederken, aynı zamanda da güven duygusu verecektir. Hele de bizim ki gibi özgüven eksikliği içerisinde büyütülen toplumlarda bu son derecede önemli bir duygudur. Aileler ve eğitim sistemi bu denli acımasız şekilde kişileri özgüvenden yoksun yetiştirirken, sosyal guruplar bir ölçüde yalnızlıklarından kurtarıyor bireyleri.

İnanç eksenli gruplara baktığımda gördüklerim son zamanlarda beni çok da memnun etmiyor. Zira bu tarz birlikteliklerin bireyleri olumlu motivasyonlarında ve kolektif çalışmalarında ciddi aksamalar ve eksiklikler tespit ediyorum. Doğum sebeplerinden uzaklaşıldığında, doğum aşamasındaki kurucuların bir süre sonra ayrıntılarda grup içi yapılanmanın eksiklerini ve grup üyelerinin ihtiyaçlarını görmekte aczi yete düştüklerini gözlemliyorum.

Türkiye coğrafyasına bakıldığında, cemaatler diyebileceğimiz yapının içerisinde sıralamaktan çekinmediğim Alevi toplumu yahut Sünni toplumu cemaatlerinin kendilerini ifadeleri konularında ciddi yanılsamalar ve gerilemeler gözlemliyorum. Bu yalnızca uzaktan bir bakış açısı. Bu bakış açısı bir fotoğraf makinesinin zoom ayarlamasının, bir uzak, bir yakın objektif ayarlamalarıyla seçebildiklerim.

Bahis mevzuu cemaatler on ya da yirmi yıllık yapılanmalar değiller. Yüzlerce yıldır süre gelen yapılanmalar bunlar. Cemaat çalışmalarında en çok gözlemlediğim şudur: Her cemaat yalnızca kendini doğru kabul edip, felsefelerini açıklayıp anlatma kaygısında. Cemaatleri içindeki iyi niyetli kişilerin ya da kasıtlı zoraki anlayışlılık gayretleriyle, diğer cemaatlerle ilişkiye geçtiklerini biliyoruz. Birbirlerini ikna etmeye uğraşmak ya da “hayır yanlış düşünüyorsunuz, siz zaten hep böyle yaparsınız” tarzı yaklaşımdan, bir adım daha öteye gidemediklerini tesbit etmekten son derece üzüntü duyuyorum. Aynı dini inanışa sahip insanların, çok basit ayrıntılar yüzünden birbirlerini anlamaktan uzaklaşmaları, üstelik bunun bu cemaatlerin entelektüelleri tarafından yapılıyor olması üzüntümün asıl sebebi. Yapılması gereken onca güzel şey varken, kültürel silahlanmayı hep biri birlerine karşı girişecekleri söz düelloları için edinmeleri apayrı bir garabet.

Ülke içinde bu toprağın öksüz çocuklarının vasisi gibi onları yetiştirmeyi görev addeden Sünni cemaatlerin en büyüklerinden birinin, kurumları için kullandığı binaları almaya başladığında, yani mülk edinme alışkanlıkları başlayıncaya kadar son derecede saygın ve cidden fisebilillah bir gayret içerisinde oldukları aşikâr bir gerçeklikti. Oysa bugün ciddiyeti sorgulanır ve gelecek için ümit vaat etmez hale gelmiştir, yapılanmaları. Yıllar boyunca sabır telkin ettiği ve grubu ayakta tutup omuzlayan eğitimcilerine verdiği kıymetsizlik, yükseliş grafiğini düşüşe geçirmiştir. Kuruluş yıllarından beri bahsi geçen eğitimciler zaten bu ekimin başkalarınca devşirileceğini bilerek kolları sıvamış ve çalışmışlardı. Her biri son derece iyi niyetle kişisel performanslarını ortaya koymuşlardı. Ama üzüntü duydukları şudur sanıyorum: tırnaklarıyla kurdukları kurumları avuç avuç heba edenlerin ellerine geçmiştir kurdukları bu sistem ya da geçecektir. Basiretsiz yöneticilerin iş başı yapması, birkaç iyi niyetli yöneticiye rağmen beklenen sonu engelleyemeyecektir.

Karşısında vereceğim örnekse alevi toplumumuzla ilgili olsun istiyorum. Pir Sultan Abdal’ın çizdiği çerçeve içerisinde kendi kuralları ve renkli var oluşlarına rağmen zaman içerisinde varlıklarını sürdürmek konusunda ciddi bunalımlar yaşıyorlar. Bu sosyal yapı içerisinde bulunanlar uzun yıllar boyu Aleviliklerini açıktan yaşayamamış olmanın dışında, birlikte olduklarında sesleri biraz daha gür çıksa da, aslında her dönemde susmaya devam etmişlerdir. Cahil bir topluluk olmaktan öteye geçebilmeleri için kurulan dernekler estetikten yoksun, topluma gönlünü açamayan zor ve gizli bir teşkilat gibi varlığını sürdürmekten bir adım öteye geçememiştir. Yapılması gereken birçok şey varken, yazık ki durmadan iç yapılanmada ki ayrıntılarda boğulduklarını gözlemliyorum. Yetiştirilemeyen bir iç yapılanma var. Grup içi eğitime nereden başlamaları gerektiği ile ilgili bile bir karar veremediklerini düşünüyorum. Bu konuda diğer cemaatlerin yapılanmalarıyla ilgili sosyolojik bir inceleme yol gösterici olacaktır muhakkak. Bir kere grup içi bilinçlenme sırasında kadınların son derece büyük bir önemi olduğu açık. Ama dışarıdan görünen şu ki, grup içi erkeklerin bile aslında konuya ciddi bir yaklaşımları yok. Oysa bu toplulukta en çok beğendiğim unsur kadınlı erkekli bir davaya sımsıkı sarılabilecek kadar samimi ve geniş bir vizyonlarının bulunması. Fakat yazık ki genetik olmamasını ümit ettiğim bir erken isyan düğmelerinin ve hoşgörüsüz yaklaşımlarının olmuş olması. Ani tepkisellikleri yüzünden aslında kazanabilecekleri bir mücadeleyi kendi elleriyle kaybetmekten çekinmeyen bir agresif yapılanmaları var. En iyi yapabildikleri, tehlike anında ya da bir araya gelinmesi gereken zamanlarda bir araya gelebiliyor olmaları. Bunu sınırlarını koruyan bir köyün küs komşularına benzetiyorum aslında. Yazık ki tespit ettiğim şudur ki Pir Sultan Abdal’ın çizgisini genişletemezken, var olunan çerçevenin hatlarını bile belirgin hale getiremiyorlar.

Bu tarz cemaatleşmelerin ve sosyal grupların bir ülke için çok verimli yapılanmalar olduğuna inanıyorum. Oysa bu yapılanmalar bütünlüklerini ve gelişimlerini tamamlayamadıkları için kendilerine bile hayretmez bir durumda bocalamaya devam ediyorlar. Her birinin felsefi ilk çıkış anlarında, tertemiz ve tüm insanlığı kucaklayan görüşleri, ikinci kafaya anlatılmasından itibaren özünü yitirmeye başladığını ve bozulmaya uğradığını müşahede ediyorum.

Kendini anlatmaya uğraşan her insanın bağırıp durmaktansa öncelikle karşısındakini dinleyerek anlatacaklarındaki tespitlerin doğruluk ve yanlışlıklarını analiz ederek, kendi gelişimi için paylar çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalde, aslında kendini anlatmaya çalışan her insan ister istemez dinlemelerden bir fayda sağlayacaktır, kendi namına. Akabinde toparladığı yapılanmasıyla kendini ifadesinin kolaylaşacağını düşünüyorum. Dinlenen insanın dinleme borcu olduğunu hissetmemesi imkânsızdır zira.

Ülkemizdeki cemaatsel yapılanmalarda ki hasım politikalarının bir an önce bir tarafa bırakılması ve hatta daha ileriye gidip tasfiye edilmesinin bu yapılanmaların olumlu gelişimleri adına iyi bir gelişim süreci başlatacağı ortada. Cemaat yapılanmaları içindeki faaliyetlere katılan katılımcıların, alkışlamalarından kurtulabilen yönetim kadroları, düşünsel anlamda farklı seslerin yorumlamalarını dinlemeye başladıklarında, gelişim sürecinin içerisinde katılmış olacaklardır. Kişisel beğenilerin dışına çıkmak ve ego tatminleri için, son derece kritik zamanlar içerisindeyiz. Bunların, derhal terk edilmesi gereken zayıflıklar olduğu ortada.

Cemaat içi alkışlamalardansa cemaat dışı sert yorumları duymak ve bunlara göre yepyeni vizyonlara gitmek gerekli bu aralar. Değilse kendi içimizdeki gelişimi sağlayamadığımız gibi, beklediğimiz genişleme ve kültürel zenginliğe de hiçbir zaman ulaşamayacağız.

16 Ocak 2008 Çarşamba

MUKADDES DEĞERLER VE BAKIŞ AÇISI


Avusturya'da İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı ile bilinen Özgürlükçü Parti (FPÖ) Graz kenti belediye başkan adayı Susanne Winter, yeni yıl kutlamalarıyla ilgili olarak partilileriyle bir araya geldiği bir toplantıda Hz. Muhammed (sav) le ilgili ağza alınmayacak beyanlarda bulunmuş. Durum, tabii olarak İslam düşüncesi ve inanışındaki insanları üzmüştür.

Türklerin özellikle bu konuya ne kadar duyarlı olduklarını bilmeyen bir hanımın ülkesindeki ağırlıklı türk göçmeni hiçe sayarak böyle bir açıklama yapması cidden, aslında siyasetten bile anlamadığının ispatı bana kalırsa.

İnanışlarına göre Hz. İsa a.s.’ı çarmıha gerdiklerini düşünürseniz aslında ne derece bir saygı ve vefa taşıyabilecekleriyle ilgili bir fikriniz olacaktır nasılsa. Yaşadığı dini istismar edip kendince yorumlayan ve kutsal bir kitabı yeniden yazan bir inanışın çocukları olmak onlara yeterli bir zulümdür aslına bakılırsa.

Güzel Politikacı arzı endam ederken güzelliğin yeterli olmadığını en azından düşünür gibi yapması gerektiğini söyleyen birileri olmuş olmalı. Zira dünya üzerine gelen düşünürlerin ortak çıkarımlarına muhalif bu tarz bir düşünüş ancak Türklerin tabiriyle böylesi bir “eksik etek”in ağzına yakışırdı.

Dünya üzerinde yapılan devrimlerin en büyüğü olarak gösterilen İslamiyet ve gelmiş geçmiş en büyük devrim lideri olarak tesbit edilen Hz. Muhammed (sav) le ilgili, kişiler ağızlarını açmadan önce hiç değilse biraz da olsa bilgi sahibi olmalılar.

Tarihçilerin tarihi incelerken dört temel kuralı vardır. Bu genç politikacının okuması gereken, eğitimini görmesi gereken pek çok konudan biri de tarih olsa gerek. Tarihi bir konu hakkında konuşulurken dönemin şartları iyi incelenmelidir. İftira edilerek tarihsel gerçekliklerle ilgili tahrifat yapmanız mümkün değildir. Söylediğiniz sözler yalnızca sizi bağlar. Dünya tarihine hiçbir şeyden anlamayan bir zamanların güzel ama akıldan yoksun belediye başkanı adayı olarak anılırsınız. Daha da fazlasını bulamazsınız.

Şimdi konuyla ilgili, Avusturya savcılığı, Hz. Muhammed'e hakaret eden Graz belediye başkan adayı Susanne Winter'in sözlerinin halkı kışkırtıcı olup olmadığı hakkında soruşturma açacakmış. Cahil toplumların yetiştirdiği cehalet artığı konuşmalar hiçbir zaman İslam inanışındaki insanları kışkırtıcı bir unsur olamaz. Zira zahir ve batın olmak üzere her olaya iki yönlü bakabilen bir inanışın insanlarıyız. Ama ortada bir hakaret var. Suç varsa cezası da vardır. Evet, ortada bir suç var suçlusu göz önünde üstelik. Hanımefendinin zatına ya da sevdiklerine bu tarz bir iftira söz konusu olduğunda verilecek ceza her ne ise o kadarı ceza olarak münasiptir. İslamiyet’e inananların gönülleri huzura erecektir.

Konuyla ilgili ulaşılabilecek çok da basit bir netice vardır. Zeka, güzellikten her zaman çok daha çekici olmuştur. Parti politikaları içerisinde, güzellikleriyle vitrine çıkartılan hanımlarla ilgili yeni bir bakış açısı oluşturulmadığı takdirde, ilerleme kaydedilmeyeceği aşikardır.

Son dönemde Avrupa’nın siyasi konularına baktığımda gördüğüm yalnızca şu, hızla yozlaşmaya devam ediyor. Çok yakında birlik içinde olmaları bile Avrupa kıtasını kurtarmaya yeterli olmayacak. Bu sebeple Türkiye’nin uzun bir müddet bizi içinize almayın alt ve gizlilikli beyanı son derece doğru bir yaklaşımdır. Çökmekte olan bir yapılanmanın içerisinde bulunmak bize hiçbir şey kazandırmayacaktır.