23 Ocak 2008 Çarşamba

CEMAAT YAPILANMALARINA İLİŞKİN


Hanginiz bir aslanın karnını doyurmak için yakaladığı ceylan için vah vah diyebilirsiniz. O ceylanı yakalamayıp güçten düştüğünde çakallara ve sırtlanlara yem olacağını bilerek hayat mücadelesini bırakması ne kadar doğrudur.

Anlattıklarının anlaşılmadığına dair sitemler biriktirenlere bugün sitemim. Kendi anlaşılamamalarının önünde kocaman dağlar gibi duruyor, başkalarını anlamayışları. Her yaşayanın kendince doğruları ve haklı sebepleri var.

Sosyal bir gurup içerisinde kalmak kişilerin aidiyet duygularını tatmin ederken, aynı zamanda da güven duygusu verecektir. Hele de bizim ki gibi özgüven eksikliği içerisinde büyütülen toplumlarda bu son derecede önemli bir duygudur. Aileler ve eğitim sistemi bu denli acımasız şekilde kişileri özgüvenden yoksun yetiştirirken, sosyal guruplar bir ölçüde yalnızlıklarından kurtarıyor bireyleri.

İnanç eksenli gruplara baktığımda gördüklerim son zamanlarda beni çok da memnun etmiyor. Zira bu tarz birlikteliklerin bireyleri olumlu motivasyonlarında ve kolektif çalışmalarında ciddi aksamalar ve eksiklikler tespit ediyorum. Doğum sebeplerinden uzaklaşıldığında, doğum aşamasındaki kurucuların bir süre sonra ayrıntılarda grup içi yapılanmanın eksiklerini ve grup üyelerinin ihtiyaçlarını görmekte aczi yete düştüklerini gözlemliyorum.

Türkiye coğrafyasına bakıldığında, cemaatler diyebileceğimiz yapının içerisinde sıralamaktan çekinmediğim Alevi toplumu yahut Sünni toplumu cemaatlerinin kendilerini ifadeleri konularında ciddi yanılsamalar ve gerilemeler gözlemliyorum. Bu yalnızca uzaktan bir bakış açısı. Bu bakış açısı bir fotoğraf makinesinin zoom ayarlamasının, bir uzak, bir yakın objektif ayarlamalarıyla seçebildiklerim.

Bahis mevzuu cemaatler on ya da yirmi yıllık yapılanmalar değiller. Yüzlerce yıldır süre gelen yapılanmalar bunlar. Cemaat çalışmalarında en çok gözlemlediğim şudur: Her cemaat yalnızca kendini doğru kabul edip, felsefelerini açıklayıp anlatma kaygısında. Cemaatleri içindeki iyi niyetli kişilerin ya da kasıtlı zoraki anlayışlılık gayretleriyle, diğer cemaatlerle ilişkiye geçtiklerini biliyoruz. Birbirlerini ikna etmeye uğraşmak ya da “hayır yanlış düşünüyorsunuz, siz zaten hep böyle yaparsınız” tarzı yaklaşımdan, bir adım daha öteye gidemediklerini tesbit etmekten son derece üzüntü duyuyorum. Aynı dini inanışa sahip insanların, çok basit ayrıntılar yüzünden birbirlerini anlamaktan uzaklaşmaları, üstelik bunun bu cemaatlerin entelektüelleri tarafından yapılıyor olması üzüntümün asıl sebebi. Yapılması gereken onca güzel şey varken, kültürel silahlanmayı hep biri birlerine karşı girişecekleri söz düelloları için edinmeleri apayrı bir garabet.

Ülke içinde bu toprağın öksüz çocuklarının vasisi gibi onları yetiştirmeyi görev addeden Sünni cemaatlerin en büyüklerinden birinin, kurumları için kullandığı binaları almaya başladığında, yani mülk edinme alışkanlıkları başlayıncaya kadar son derecede saygın ve cidden fisebilillah bir gayret içerisinde oldukları aşikâr bir gerçeklikti. Oysa bugün ciddiyeti sorgulanır ve gelecek için ümit vaat etmez hale gelmiştir, yapılanmaları. Yıllar boyunca sabır telkin ettiği ve grubu ayakta tutup omuzlayan eğitimcilerine verdiği kıymetsizlik, yükseliş grafiğini düşüşe geçirmiştir. Kuruluş yıllarından beri bahsi geçen eğitimciler zaten bu ekimin başkalarınca devşirileceğini bilerek kolları sıvamış ve çalışmışlardı. Her biri son derece iyi niyetle kişisel performanslarını ortaya koymuşlardı. Ama üzüntü duydukları şudur sanıyorum: tırnaklarıyla kurdukları kurumları avuç avuç heba edenlerin ellerine geçmiştir kurdukları bu sistem ya da geçecektir. Basiretsiz yöneticilerin iş başı yapması, birkaç iyi niyetli yöneticiye rağmen beklenen sonu engelleyemeyecektir.

Karşısında vereceğim örnekse alevi toplumumuzla ilgili olsun istiyorum. Pir Sultan Abdal’ın çizdiği çerçeve içerisinde kendi kuralları ve renkli var oluşlarına rağmen zaman içerisinde varlıklarını sürdürmek konusunda ciddi bunalımlar yaşıyorlar. Bu sosyal yapı içerisinde bulunanlar uzun yıllar boyu Aleviliklerini açıktan yaşayamamış olmanın dışında, birlikte olduklarında sesleri biraz daha gür çıksa da, aslında her dönemde susmaya devam etmişlerdir. Cahil bir topluluk olmaktan öteye geçebilmeleri için kurulan dernekler estetikten yoksun, topluma gönlünü açamayan zor ve gizli bir teşkilat gibi varlığını sürdürmekten bir adım öteye geçememiştir. Yapılması gereken birçok şey varken, yazık ki durmadan iç yapılanmada ki ayrıntılarda boğulduklarını gözlemliyorum. Yetiştirilemeyen bir iç yapılanma var. Grup içi eğitime nereden başlamaları gerektiği ile ilgili bile bir karar veremediklerini düşünüyorum. Bu konuda diğer cemaatlerin yapılanmalarıyla ilgili sosyolojik bir inceleme yol gösterici olacaktır muhakkak. Bir kere grup içi bilinçlenme sırasında kadınların son derece büyük bir önemi olduğu açık. Ama dışarıdan görünen şu ki, grup içi erkeklerin bile aslında konuya ciddi bir yaklaşımları yok. Oysa bu toplulukta en çok beğendiğim unsur kadınlı erkekli bir davaya sımsıkı sarılabilecek kadar samimi ve geniş bir vizyonlarının bulunması. Fakat yazık ki genetik olmamasını ümit ettiğim bir erken isyan düğmelerinin ve hoşgörüsüz yaklaşımlarının olmuş olması. Ani tepkisellikleri yüzünden aslında kazanabilecekleri bir mücadeleyi kendi elleriyle kaybetmekten çekinmeyen bir agresif yapılanmaları var. En iyi yapabildikleri, tehlike anında ya da bir araya gelinmesi gereken zamanlarda bir araya gelebiliyor olmaları. Bunu sınırlarını koruyan bir köyün küs komşularına benzetiyorum aslında. Yazık ki tespit ettiğim şudur ki Pir Sultan Abdal’ın çizgisini genişletemezken, var olunan çerçevenin hatlarını bile belirgin hale getiremiyorlar.

Bu tarz cemaatleşmelerin ve sosyal grupların bir ülke için çok verimli yapılanmalar olduğuna inanıyorum. Oysa bu yapılanmalar bütünlüklerini ve gelişimlerini tamamlayamadıkları için kendilerine bile hayretmez bir durumda bocalamaya devam ediyorlar. Her birinin felsefi ilk çıkış anlarında, tertemiz ve tüm insanlığı kucaklayan görüşleri, ikinci kafaya anlatılmasından itibaren özünü yitirmeye başladığını ve bozulmaya uğradığını müşahede ediyorum.

Kendini anlatmaya uğraşan her insanın bağırıp durmaktansa öncelikle karşısındakini dinleyerek anlatacaklarındaki tespitlerin doğruluk ve yanlışlıklarını analiz ederek, kendi gelişimi için paylar çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalde, aslında kendini anlatmaya çalışan her insan ister istemez dinlemelerden bir fayda sağlayacaktır, kendi namına. Akabinde toparladığı yapılanmasıyla kendini ifadesinin kolaylaşacağını düşünüyorum. Dinlenen insanın dinleme borcu olduğunu hissetmemesi imkânsızdır zira.

Ülkemizdeki cemaatsel yapılanmalarda ki hasım politikalarının bir an önce bir tarafa bırakılması ve hatta daha ileriye gidip tasfiye edilmesinin bu yapılanmaların olumlu gelişimleri adına iyi bir gelişim süreci başlatacağı ortada. Cemaat yapılanmaları içindeki faaliyetlere katılan katılımcıların, alkışlamalarından kurtulabilen yönetim kadroları, düşünsel anlamda farklı seslerin yorumlamalarını dinlemeye başladıklarında, gelişim sürecinin içerisinde katılmış olacaklardır. Kişisel beğenilerin dışına çıkmak ve ego tatminleri için, son derece kritik zamanlar içerisindeyiz. Bunların, derhal terk edilmesi gereken zayıflıklar olduğu ortada.

Cemaat içi alkışlamalardansa cemaat dışı sert yorumları duymak ve bunlara göre yepyeni vizyonlara gitmek gerekli bu aralar. Değilse kendi içimizdeki gelişimi sağlayamadığımız gibi, beklediğimiz genişleme ve kültürel zenginliğe de hiçbir zaman ulaşamayacağız.

Hiç yorum yok: