Uzun siyah saçlarını başının üzerinde bir lastikle hapsedip, pencereden dışarıyı seyreden kadın “Ayrılıklar ölüm kokar” diye geçirdi aklından. Sonra neden’ini niçin’ini ve yaşadığı acıları sardı cümlelerine. Oysa sokakta bahar vardı. Evet, biraz sulu gözdü bu ara ama değil mi ki ağaçlar çiçek açmışlardı. Azıcık daha sabrı sarmalıydı bileklerine ve sürümeliydi umudu kendine.
Görmezden geldi diye düşünecekken, göremeyecek kadar gözü kararmış olabilir diye düşündüm. Demek bu kadar büyük bir acı birikmişti bakışlarının karanlıklarında. Oysa bahar geliyordu. Yaz, elini kulağına koyacaktı. Sözü vardı gelecek günlerin, yeni aşklarla gelecek bambaşka ve kocaman mutluluklara. Eteklerine bulaşan kederlere rağmen, elimizdeki tüm mutlulukları küçücükmüş gibi görmeye mi memurduk yoksa.
Ayrılıklar ölüm kokar… Hayır, güzel kadın… Öyle zannediyoruz, öyle gibi geliyor bize. Oysa zaman geçtikçe anlıyorsun ki ayrılıklar bile rahmet getiriyor ve yağmur sonrası duyduğun o ozon kokusu kadar huzur bırakıyor kalbine. İçindeki aşklar aynı büyüklükte ve coşkuyla yaşansın ve kirlenmesin diye ayrılıklarla ayrılıyor yollar çok zaman.
Ayrılıklar çok zaman hayata mutluluk getiriyor…
Kangren olmuş yahut olmaya yüz tutmuş, ar perdesi yırtılmış saygısızlıkların arasında, heba olmasındansa büyüttüğümüz sevgiler, kaldığı kadarına sahip çıkıp yaşattığı acılara göğüs germek lazım belki de. Dünyaya açtığımız geniş gönül kapılarımız var bizim. Her sevmeyi bilen, gelip girebilsin diye. Ama ruhumuzun dinginliklerine asla göz dikmemeliler. İncitmediğimizi görüp incitmemeliler. Sonuna kadar açık olduğunu söylediğim kapıları girenler çıkmasınlar diye bile kapatmadım ki asla. Gelmek fikri kadar, gitmek fikirlerinde de hürler. İstediklerinde gidebilmeliler. Gönlüm kimsenin esaret yeri olmayacak ve hiç leş bulamayacaklar ben öldüğümde kalbimde. Gönülsüzlük diyorum ya hani. İşte bu o.
Düşün kahve gözlü kadın. İyi düşün. Yemyeşil bir bahçen var. Çitlerine hanımelleri tutunmuş misler gibi kokularıyla sarı beyaz, çimenlerinde papatyalar, kayısı ağacını kucaklayıp boylu boyunca göğe çıkmaya heves eden sarmaşıklar ve menekşeler daha kim bilir neler… Bahçe kapısını açmışsın, dostların, sevdiğin mahalleli çocuklar konuğun olmuş. Mutlusun iyi ki varlar diyorsun. Gün boyu gülüşler, sevinçler. Akşam olduğunda gitme zamanı diyor akşam ezanı. Gitmeyin demek mümkün mü? Gündüzün şen bahçesi, gecenin kabristan işkencesi mi olmalı ille de. Bu mu sevmek ya bu mu aşk…
Her giden, mutlu olduğu yere yeniden dönecektir güzel kadın. Ümidini kaybetmemek bir yana, emin olmalısın. Ve mutlu olduğun yerlerin kıymetlerini bilmelisin. Her şeyden önce her birlikteliğin olduğu gibi her ayrılığın da bir sır sakladığını görmelisin. Gencecik bir gelincik gibi gelenleri beklerken pencerenden, hanenin içindekilerinin de seni sevdiğini ve seninle olmaktan duydukları büyük mutlulukları fark etmelisin. Benim kadar yaşlı bir kadın olmadan önce, nice sevdalar gelip geçecek hanenden. Kimi kıymetini bilmeyecek, kiminin kıymetini belki sen anlamayacaksın. Ama bir yazgı olacak alnının çatında mutlaka onu harfiyen yaşayacaksın. Aradığın bir aşk tarifi olacak aklında kalbinde, anlatmaya uğraşacaksın. Önemsemeyecekler bile. Ezdiklerini bile fark edemeyecekler yaşattıklarıyla. Hâsılı genç kadın, öyle ya da böyle yaşayacaksın bu bahçede. İyisi mi "aldım verdim ben seni yendim" de ve bırak giden gitsin. Birileriyle birlikteyken değil, sen her sabah gülümseyerek uyanan o şen halinde zaten her zaman güzelsin.
Bahçenden gelen kahve kokusu, gözlerinden mi? Pekâlâ… Şekerli bir muhabbet olsun benimki ve hiçbir zaman dert görmesin gencecik beyaz ellerin.
*********
"Ayrılıklar ölüm kokar…" / Ayşegül Tezcan, 01.04.2008 Edebiyat Defteri, Aynı adlı nesri
1 Nisan 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder