Sakın dedi doğan gün, sakın dönüp gecenin yıldızlarını arama üzerimde. Yangınım öyle büyük ve ziyam öylesi parlak ki kaybolmadılar üzülme ama arama da. Görünmemeliler ben buradayken. Gün uykusuna yatırdım onları ışığımın gerisinde. Göremeyeceksin gün boyu. Bekle ama ağlama arkalarından.
Kadın elinde kırık bir kayısı fidanı, çekilip giden rüzgârın arkasından yara sarmaya başlamış çoktan. Bahara dikilen fidanların en zor zamanlarında bir kadının elleri. Tutar mı tutmaz mı yeniden, aşılar gibi bağladı eteğinden kopardığı o çaputla. Çolak bir dal kaldı fırtınanın arkasından. Kadın içinden bir şeyler fısıldadı. En son düğümü attığında öptü al dudaklarıyla uzanıp. İçi acırken, gücünden tek damla kaybetmedi.
Elinde sapan yeşillenen bahçelerin aralarından seğirtti oğlan. Önüne çıkan ceviz ağacının gölgesine pusu kurdu. Yukarıdaki dalların birinde bir serçe öyle sessizce, başına gelecekten habersiz dinliyordu baharı. Rüzgâr gitmiş, güneş vurmuştu ensesine. Ve üşümemek ne güzel di. Çekilen sapanın ucunda bilye kadarcık taş vuruluverdi serçenin bakışlarına. Öyle bir öpüştü ki, düştü durduğu daldan yere. O an bitti her şey. Hayat bitti. Yaşamak bir öpüşle sona ermekti.
Sohbetin en koyu yerinde aynı anda deli eden bir suskunluk oldu. Vakit erken ve hiçbir sıkıntı yokken sessizliği yırttı suskunlukları. Çığlık atar gibiydi susuşları. Bakakaldılar öylece. Uzak bir yerlerde bir kız çocuğu ilk nefesini almıştı belki de. Bir genç kadın son nefesini miras bırakıp doğan güzel kızına, cennetin yoluna koyulmuştu çoktan.
Bütün yaşam ölüm arası çizgilerin anlamsız virgüllü kısımlarında gevezelikler hüküm sürdü. Vakit gün olmuş, gece olmuş aldırmadan. İzlemek güzeldi gelen baharları izin verdiğince ve uzağımda. Yaramaz bir velet gibi vurup indirip dalından, içini dışına çıkartmayı marifet sayan didiklemeye memur ruhlar, arsız huylarıyla öttürdüler borularını. Çokbilmiş delilikleriyle yaşarlarken deli gibi huzursuzluklarını ektiler sağa sola. Ve bir baharda kök salıp büyüdü tüm kibirleri.
Şımarık ve arsız tüm kirazlar kurusun dalında diye geçirdim içimden. Kendi köküne bakamayacak kadar büyüyen kibirleriyle başını gökyüzüne çevirmişlerken. Değil mi ki gevrek olur dalları ve toplamaya çıkan tüm taze gelinleri düşürüp gönderirler toprağın diplerine. Kolum kadar kalın dallarına güvenmem ve gücenecek hal bulamam kendimde kiraza meftun dudakları.
Başımı alıp gittiğim o ceviz ağacındayım. Uğramayın ve arayıp sormayın beni. Gölgesinde tek başıma, sakin, kimseye bulaşmadan, uzak ama huzurlu bir hayat yaşarım. Kendime yazdığım tüm yazgıları okudunuz bilirim. Alışkanlıklar zor bırakılıyor en iyi ben bilirim. Ağaçlara kıyamayıp kâğıda yazamayacak kadar seven bir kadının kendine yazdığı son yazgısı niyetine okuyun, şu düşen cemreyi. Dönüp bakmayın bir daha geriye. Ağlamayın, unutmak hiç zor değil unutmayın.
27 Mart 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder