3 Mart 2008 Pazartesi

DULİSTAN

Biliyorum tuhaf geldi bu memleket size. Ama parayla değil sırayla gidilen, vizeli en yakın memleket burası. Cidden çok uzak değil. Aynı evi paylaştığınız eşinizle artık yabancı dille konuşmaya başladığınızda, mecburen tayininiz çıkartılıyor yahut tayin istiyorsunuz bu ülkeye. Herkesin başının şişmesine göre, zamanları farklı farklı dönemlere denk gelse de bu tayin dönemi için ekseriyetle en fazla on yedi sene dayanılabildiğine dair bir izlenimim var. Bilmem “ne kaa doğridur”?

Ne uzun yazı yazılır şimdi aslına bakarsanız. Evlenirken söylenen “canım”lar “cicim”lerden girersiniz, “sen dünyanın en güzel kadınısın” şarkısını hatırlarsınız, arkasından bir dolu saçma sebep, yıllarca biriktirdiğiniz sıkıntılarınıza bahane olur. Kimi dostça (çok nadir görülen türü az birkaç örnekten başkasına rastlanmayan, çok zaman efsanevi bir durum olduğunu düşündüğüm rivayet ayrılıklara örnektir bunlar), çok zamanda varsa çocuklar yoksa mal mülkle ilgili hışımla yürünen aldım verdim ben seni yendim (doğrusu yerdim miydi hatırlamıyorum) ayak oyunlarıyla son bulur. O güzelim aşkların kat’iyyetle sonsuza kadar süreceğine yemin edilen ve evlilik bağıyla kenetlenen birliktelikleri. (Biliyorum en az evlilik kadar uzun cümleler oldu ama şunu bilin ki yukarıdaki üç ayrı cümle yazının ilk anında tek bir cümle idi. Ben her cümleye bir nokta koymalık durak bulup ayırdım hepsini. Kıymetimi bilesiniz.)

Nedenleri, niçinleri bizi çok da ilgilendirmiyor aslına bakarsanız. Madem ayrılma kararı alınmış, bizim bu noktadan sonra müdahalemiz çok da akıllıca olmaz. Lüzumu da olmaz aslına bakılırsa. Sana ne kardeşim deyiverir taraflar hafazanallah, yüzümüzün rengi değişir, huzurumuz kaçar.

Bizi ilgilendiren kısmı insanların nasıl olup da aynı coğrafya da büyüyüp, aynı lisanı konuşurken birbirlerine uzaydan gelen bir başka yaratık gibi yabancılaşmaları.

Yabancılık aynı evin içinde mesafeyi açıyor bir zaman sonra. Bir adım sonrasında dayanılmaz biçimde birlikte olunan saatler bile darlık vermeye başlıyor olsa gerek ki konuşmalar yapılırken bas bariton çıkıyor sesler. Aslında bunun bir gerekçesi gelen turistlere sağır muamelesi yapmamızla benzerlik gösteriyor mudur diye de düşünmüyor değilim. Her neyse kısık ya da yüksek sesle anlaşılamadığı aşikâr değil mi sonuçta. Eşlerden biri ortaya parlak bir fikir atıyor bu dakika da. Hiç duyulmamış derece de çözümcül bir fikir. “Anlaşamıyoruz madem ayrılalım”. Hep düşünüyorum. Birlikte hır gür yaşamaya alışmış insanlar, doğal ortamlarından koparıldıklarında nasıl bir hayat sürerler o saatten sonra. Acaba bir ağaca aşılama yapılabilir yeniden hayata mı kazandırılır ayrılanlar, yoksa ecnebi yazarın da kitabına isim yaptığı gibi (mealen) “madem gidiyorsun çöpü de çıkartır mısın” diye mi sorulur gidenlere. Yoksa Hoca Nasreddin gibi kırpılıp kırpılıp yıldız mı olur ayrılan eşler?

Bungalov tipi evlerin bulunduğu geniş bir araziye yayılmış bir uydu kent projesi geldi aklıma konuyla ilgili.

Dulistan…

Evet. Ayrılmayı tercih eden içindeki yaramaz çocukla baş başa kalmak isteyenler için bir tane. Ayrılmayı tercih edip içindeki bağırıp çağırmaya meraklı huysuz ihtiyarla baş başa kalmak isteyenler içinde başka bir tane asla komşu olmayan iki uydu kent. Birbirleriyle geçinebilen dostlar tercihlerini yapıp ayrılır ayrılmaz bu uydu kentlere yerleşseler sınırlı görüş saatleri olsa dostlarıyla, kavga etmelerine imkân olmayacak şekilde uzaklaştırılsalar birbirlerinden mutlu ve verimli bir hayat sürdürebilirler miydi acaba? Denemek lazım tabi. Pilot bir uygulamayı hosteslerle yapalım diyeceğim ama belki de şık düşmez bu espri burada.

Bu proje için ege kıyılarında boş bir arazi bulunsa diye düşündüm. Malum turistik bir bölge. Aklınıza kötü espriler getirmeyin hemen, maksat kurulu düzeni bozulmuş olan insanları yeniden topluma kazandırmak. Örneğin, resim öğretmeni olan güler yüzlü bir öğretmen arkadaş meraklılarına fırça nasıl tutulur diye ders verse haftanın belli günlerinde. Enstrüman çalan biri nota öğretse. Akşamları sahile inip kimseyi rahatsız etmeden en bet sesleriyle insanlar doya doya fasıl yapsa.

Sağlıklı beslenseler burada yaşayan insanlar. Bahçelerinde domates biber yetiştirseler. Yakın köylerdeki teyzelerden bazlama pişirmeyi öğrenseler. Evcil bir koyun büyütseler bahçelerinde, kuzulasa koyun bahar da. Süt sağmayı öğrenseler, peynir yapabilseler. Yürüseler mesela yeniden çöreklenip kalmasalar televizyonun başında. Yüzünü görmedikleri yabancılarla internette tanışmayı maharet saymasalar ve hakiki bir hayat yaşamaya başlasalar mesela. Koyun kırkmayı öğrenip kışın iğ tutmayı ve iplik yapmayı başarsalar yaptıkları ipliklerle kazaklar örseler.

Yaza kadar ahşap boyasalar, takılar yapsalar… Yaz gelince de bir yolunu bulup turistin karşısına ürünlerini çıkartıp modern bir kalkınma politikası oluştursalar diye düşünüyorum kendimce.

Oluru yok gibi geliyor değil mi. Olmaz olan nedir peki? Çok değil daha evlenirken siz değil miydiniz, biz asla ayrılmayacağız aşkım diye yeminler edenler. Bakın ayrıldınız işte. Bu olabildiğine göre, bu kadar basit bir hayata alışmak neden bu kadar zor olsun ki.

Okuyan birçok insan adres almak isteyecektir belki de. Onlar sormadan ben vereyim hemen. Egenin Marmara bölgesi yakınlarında ki meşhur Ütopyayı geçer geçmez sağ kol üzerinde (diye düşünüyorum…)

Hiç yorum yok: