15 Şubat 2008 Cuma

PUZZLE'IN EKSİK PARÇASI

Anı defteri tutmak lazım belki de. Eşe dosta olup biteni ve yaşadıklarını anlatmaya çalışmaktansa en güzeli bir anı defteri tutmak. Zira yaşadığın şeyleri anlatırken, kendi doğrularının arasında sıkıştıkları halde yorumlar getirip yargılamaya başlayacaklardır dinlerlerken.

Dostlarımdan beni soğutan en ince noktada hep burası oluyor işte. Anlatmak için çırpıntığın onca şey varken genel geçer kuralları koyarlar önüne. Oysa kendi hayatlarında hangi genel geçer kurala hayatiyet kazandırabildikleri ortada.

İnsanoğlu. Duygu ve mantığıyla kendi ölçüleri çerçevesinde hareket eden bir varlık. Kiminde duygular ön plandayken kimi somut gerçekliklerinin içerisinde bunalıyor. Değişen hiçbir şey yok aslında. Ne biri nede diğeri biraz daha fazla ya da eksik çekmiyor hayatın yükünü ve ağırlığını.

İçinde sevgiye dair bir eksiklik hissetmeyen var mıdır? Hangi toplumun içerisine girseniz hep bir sevgi söylemi yok mudur? Ya birbirini sevdiğini söyleyen insanlar yahut işine aşkla bağlı olanları görürsünüz. Aslında temelinde doymayan bir sevilme, beğenilme arzusu var insanın içerisinde. Doyumsuzluktan kaynaklanmadığı aşikâr, en masum ihtiyaç. Sürekli bir yerlerde ve bir şeylerde arayıp durdukları “puzzle”ın eksik parçası.

Gidebildiğim en uzak noktaya kadar gidiyorum. Gördüğüm sadece her insanın onulmaz bir şekilde ve deli gibi sevgiye ihtiyaç duyuyor olması. Hep aynı sona yahut aynı başlangıca ulaşıyorum.

Evet, dünyaya gelmemize vasıta olan bir anne ve babamız var hepimizin, istisnasız. Fakat bizi var eden o büyük kudretten uzak düşmenin acısıyla doğuyoruz hayata. Sanki kendinden uzak kollara bizi emanet etmiş gibi. Durmadan arayıp durduğumuz ve eksikliğini hissettiğimiz bir yangın büyüyor içimizde geçen yıllarda. Yeni meşgaleler, yeni duygular koyuyor kalplerimize, yine aynı kudret sahibi. Yeni sevgililer uyduruyoruz. Oyalanıyoruz seneler ve yıllar boyunca. Hasretimiz hiç bitmiyor. Yalnız hissediyoruz durmadan kendimizi, kalabalıklar içerisinde bile. Bitmiyor, tükenmiyor. Sitemler birikiyor içimizde ve uydurduğumuz sevgililerin isimlerine yöneliyor bu sitemler. Hayatın her anında aynı ismi perdeleyen bir perdedar buluyoruz karşımızda.

Genel geçer kurallardan en çok karşı çıktığım; “bir gönülde yalnız bir sevginin bulunabileceği”nin söylenmesi. Ne kadar anlamsız. Bir ummanın bir zerreden oluşması mecburiyetine hapsedilmeye kalkışılması gibi bir durum.

Böyle olabilecek olmuş olsaydı anne babalar, bütün çocuklarını eşit sevdiklerini söyleyebilir miydiler? Hayır, bir eşitlik elbette söz konusudur ama asla aynı sebeplerle sevilmez sevilenler. Birinin yüzüne baktığınızda bir melek görmüş kadar huzur bulursunuz, bir diğerinin safiyeti kalbinizi çalar, öbürünün zekâsı mest eder… Binlerce sebep bulur sevmesini bilenler kendi içlerinde. Sevmek zaruri bir ihtiyaçtır insanoğlu için. Sevilmekte öyle. Ne kadar sevilse ve ne çok severse sevsin bir türlü tam olarak sevildiği duygusuna ikna edemez kalbini. Her zaman bir tarafı eksik kalacaktır. Kalan kısım, görmeden iman ettiği o büyük Yaratıcı’dan başka hiçbir şey doldurulamayacaktır. Ve hiçbir şair hiçbir müellif meydana getirdiği eserlerinde bu aşkın uzaktan yakından bahsine muvaffak olamayacaktır.

Bir Leyla bahsine hapsolup kalacaktır “aşk” denen vuslatsız açlık.

Her yaratılan kopup geldiği bilinmezlikten getirdiği hasretleriyle yaşamaya mecbur kalacaktır, dünya günü sayılı hayatında. İdrak sahibi olanlar için “NAR”, Sevgilinin yanına varıldığı anda "NUR" diye algılanacaktır mutlaka. Bir eziyete dönmeyecektir kavuşma zamanı.

Dünya bir oyalanma yurdu olarak hükmünü sürdüredursa da her fani çarpa çarpa ve kırıla döküle hızlı adımlarla asıl aşkına koşmaya devam edecektir. Ne yaptığından habersiz ve ancak bilebildiği, duyumsayabildiği kadarıyla.

Hiç yorum yok: